25 Mayıs 2013 Cumartesi

Thoreau! Thoreau! Thoreau! İnsanlığın İkilemi..

2. Dünya Savaşının acımasız yüzlerinden en masumuydu belki Pearl Harbour. İnsan ölümü hele hele kollektif delilik ürünü olan ölümü ne kadar masum olabilirse tabi. 
Richard Fleischer ve Kinji Fukasaku'nun muhteşem filmi "Tora!Tora!Tora!"; II. Dünya Savaşı'nda Pasifik Cephesinde hem Amerikalıların hem de Japonlar'ın bakış açısından Pearl Harbor Baskınını anlatan 1970 ABD-Japon ortak yapımı savaş filmidir.
Savaş, ülkeler, bloklar ya da bir ülke içerisindeki büyük gruplar arasında gerçekleşen topyekün silahlı mücadele olarak tanımlansa da aslında genellikle dini, milli, siyasi ve ekonomik amaçlara ulaşmak için gerçekleştirilen kollektif deliliğin en üst mertebesidir.

Devlet olarak beklentilerini ya da yayılmacılığını/kapitalizmini çeşitli yöntemler ve uzlaşma metodları deneyerek diğer bir devlete kabul ettiremeyen ülkeler sıklıkla tarih boyunca devlet eli ile üretilen bu kollektif deliliğe başvurmuşlardır. 

Devlet kitleleri etkileyecek bu kollektif deliliğini kendi halkı üzerinde de uygulamaya kalktığı ve bir iç muhalif kıyımına gittiği zaman işte o despotizmin ta kendisidir ki kendi küllerinden sivil itaatsizliği, anarşiyi ya da terörü doğurabilir.

İşte her iki deli kollektivitenin doğurdukları: Tora parolalı kamikazeler ya da Thoreau soyadlı özgürlük savaşçıları.

Hanry David Thoreau;vikipedia'dan alını ile "1817 yılında Massachusetts eyaletine bağlı Concord'da doğdu. Harvard Üniversitesi'nden 1837 yılında mezun oldu. Hiçbir zaman geleneksel bir öğrenci olmamıştı, okul yıllarında transandantalizme ve Ralph Waldo Emerson'a olan ilgisi başladı. Harvard'dan mezun olunca bir süre babasının dükkânında çalıştı, daha sonra bir okulda öğretmenlik yaptı. Düşüncesel anlamda fazlasıyla etkisinde kaldığı, ve ömür boyu dostu olacak Emerson 1841'de onu evine davet etti, ve Thoreau 1843'e kadar sık aralıklarla Emerson'da kaldı. Emerson'ının asistanı gibiydi, The Dial isimli transendentalist dergiye şiir ve nesirleri ile katkıda bulundu. 1845 yılında Concord şehrinin dışında bulunan Walden Gölü kıyısında, Emerson'a ait olan bir arazinin üstüne bir kulübe inşa etti. Burada geçirdiği iki yılın meyvesi olarak "Walden" kitabını yazdı. Walden gölünün kıyısında geçirdi doğayla bütünleşik ama yalnız iki yılın bir diğer meyvesi de, 1849'da yayınlanan, "A Week on the Concord and the Merrimack Rivers" (Concord ve Merrimack Irmakları Üzerinde Bir Hafta) idi. Thoreau'nun sağlığında yayımlayabildiği sadece bu iki kitabı vardır. Diğer eserleri ve günlükleri ölümünden sonra yayınlanmıştır.
1854'de yayınladığı başyapıtı "Walden" Amerikanın en önemli entelektüel akımlarından biri olan New England Transendentalizmi için bir örnek eserdir. Eserde yer alan çevre konusundaki düşünceler ise modern çevreciliğin ve çevre korumanın en önemli satırlarıdır diyebiliriz. Amerikan düşünce tarihi, transendentalizm ve naturalizmde bıraktığı izler ne kadar önemliyse, "Sivil İtaatsizlik" (Civil Disobedience, 1849) isimli makalesi de siyasi tarihe bıraktığı iz de o kadar önemlidir. Meksika savaşı yüzünden, ki ona göre bu savaş sadece köleliği geliştirmek içindi, ödemeyi reddettiği vergi sonucu hapiste geçirdiği bir gece, onun "Sivil İtaatsizlik" isimli makalesini yazmasına neden olmuştur. Daha sonraları Gandhi'nin en büyük ilham kaynağı olacak bu makale Thoreau'nun belki de en ünlü eseridir. Gandhi'nin dışında Tolstoy ve Martin Luther King gibi önemli isimler de Thoreau'nun düşüncelerinden ve eserlerinden ilham almışlardır.
Thoreau, 1862'de, birkaç küçük gezi ve Harvard'daki öğrencilik dönemi dışında hiç ayrılmadığı Concord şehrinde, geçirdiği tüberküloz yüzünden vefat etmiştir. Bütün eserleri 20 cilt halinde 1906'da basılmıştır."*
19 ve 20'nci yüzyıllar, doğurduğu özgürlük düşünceleri ile birlikte, despotizmin de bütün dünyada en çok yaşandığı yüzyıllardır denebilir. Despotizm, özünde barındırdığı ben merkezli yönetim merkeziyetçiliği ve insanların sırf insan olmalarından doğan kişisel sosyo-psikolojik ihtiyaçlarını görmezden gelerek zaman içinde toplumsal tepkilere neden olmuştur. "Sivil itaatsizlik" fikri hareketi böyle bir baskıcı devlet politikasına karşı; zaten Avrupa'dan kilise baskısı ve yoksulluk nedeni ile göç etmiş insanların torunlarının yine benzer baskılar ile karşılaşmalarının bir ürünü olarak ortaya çıkmış ve kendisinden sonra pek çok siyasi düşünceyi etkileyebilmiş bir yaklaşımdır.
Thoreau; "En iyi hükümet insanları en çok kendi başına bırakandır, ideal olan şey hükümetsiz bir ülkenin olmasıdır ancak insanlar daha bu kadar mükemmelleşemediğinden en azından adaleti sağlayan bir hükümetle de yetinilebilir. Bir çoğunluk sadece fiziken güçlü olduğu için hüküm sürer ve herkes onu adil bulmaz; bu nedenle çoğunluk kararına göre hüküm veren bir hükümet adaletli olmaz. Vatandaşlar vicdanlarını satmamalıdır. Devletin yaptığı haksızlıklara karşı koymak vatandaşın görevidir. Sadece seçimlerde oy kullanmayı vatandaşlık görevi sananlar, fazilet yetersizliği içindedir. Ne pahasına olursa olsun adaleti aramalıdır."**
Thoreau'nun tezine göre cesurların silahsız direnişi; korkak, içine kapanık, sürekli zarar göreceği korkusu içinde olan, insana (bütün insanlığa) saygı göstermeyen, reformcu ve kahraman-idealist, vatansever yiğit insanları küçük düşüren, modern köleliği pohpohlayarak satılmış zengin bir zümre yaratan, değişiklikten korkan ve bütün toplumsal değerleri çarmıha geren bir devlete saygı duymamak gerekir.
Uygar toplumun baskısından uzak bir örnek düzen kurmak için gerekli damarlar insan vücudunda mevcutken, insanoğlu yine içinde barındırdığı korkunçluğu devletleştirdiği taktirde, "sineklerin tanrısını"*** baştan ve yeni baştan yazmaktan başka birşey yapmaz. Bu düzen bir çocuğun fikrini çelmiş olsa bile.......
Bu ikilemi tarumar etmek için, insanlık için neye itiraz edilmesi gerekiyorsa itiraz etmeniz dileği ile sevgili arkadaşlar...
http://tr.wikipedia.org/wiki/Henry_David_Thoreau 
** "Psikolojik Savaş", Prf. Dr. Nevzat Tarhan,Timaş Yayınları, İstanbul, 2010, 14.Baskı,  s.80-86
*** "Sineklerin Tanrısı". William Golding, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006, 7.Baskı (Okunması Gereken Eser)

3 Aralık 2012 Pazartesi

Akıllılık-Delilik...yan gözle bakar birbirine, siyah ve beyaz kuğular...

Akıl-us ve delilik-mecnunlık/cinnet hali... ne yaman zıtlıklar... Girişi, gelişmesi ve sonucu kuzey ve güney kadar kutbi dengesizlik hali hayal ettiren biçimsiz bir dualite..
Erasmus; Deliliğe Övgü isimli yapıtında, insanı gülerken düşünmeye sevk eden bir hiciv içinde deliliğin bilgeliğinden bahseder, döneminin kilisesini ayırdında bir dille eleştirirken*.
Aslında yaptığının doğruluğunu-yanlışlığını tasdik etmek bize düşmez ancak insan olalı görürüz dünyayı ve zihin kemerleri döner kendi yörüngesince.. o halde deli olmak insan olmaktır da belki..
Yaşadığımız dünyada deliliğin makbul bir şey gibi gözükmesi de bu yüzdendir belki. Marjinaller, ufka doğru sekizi çeyrek geçe bakanlar ve olmadığı şeyi olduğunu anlatan yalancıların farkındalıkları düşük deliler olduğunu kabul edebiliriz belki de... "İçinde yaşadığımız yüzyılda, deliliğin giderek rasyonalize edilmesi gibi bir gelişmeye tanık oluyoruz. Burada kolektif delilikle bireysel delilik arasında bir ayrım yapmak zorundayız. Kolektif delilik, devletin ve kurumlarının benimsediği düzen ve değerler sistemidir. Kendi içlerinden gelen sesleri işitmeyen ya da bu seslerden korkan bireyler, devletin çılgınlıkları ile kendilerini özdeşleştirme yolunu tutarlar. İyi yurttaş, kolektif deliliğin bir parçası olan yurttaştır. Kolektif Delilik yıkıcıdır................Bu yeni gelişen düzende bireysel deliliği, yasalar, polis ve yargıçlardan çok kendimiz kontrol altında tutarız Bir yandan potansiyel bireysellik eylemlerimize gem vuran korku ve suçluluk duyguları taşırken, öte yandan halk yığınlarının kolektif çılgınlığı bize çekici gelir.."**
Uykusundan uyandığında, o günkü kolektif siyasi durumun kendi varlığında bir garantör olduğunu hisseden her birey sabah iş yerine (pazartesileri hariç :)) o gün mutlu bir iş yaşantısı geçireceği kollektivist ve tavsiye edilen düşüncesi ile adeta koşar. Çevresine yüzüne sonradan yapıştırılmış acı bir gülümseme yapıştırır ve gündemdeki bütün global ıvır zıvırları konuşmaya kendini hazırlar (ki hazırlamazsa geek-gerizekalı muamelesi görür) ve güne yine tavsiye edildiği üzere böyle başlamaya çalışır.. 
Dostlar.. delilik mi zor akıllılık mı bilmem bu dünyada ancak, Bir Delinin Güncesi'nden küçük bir alıntı ile biter bu sosyal psikolojikojik irdeleme:
"Bir keresinde gizlice bir psikiyatri semineri izledim. Ciddi, ağırbaşlı profesyoneller toplanmış, nükleer silahları ya da AİDS virüsünü değil, BENİ tartışıyorlardı. Gerçekten onur vericiydi. Hakkımda onca söz edilip de satranç şampiyonluğumun es geçilmesine bozuldum bir tek. Sonra, o zamanlar küçük bir kedi yavrusunu kantinden aşırma sütlerle büyüttüğüm, hastabakıcıdan feci bir dayak yiyip gidene dek tayınımı onunla paylaştığım da gündeme gelmedi."
Beni, bireysel delilere emanet ediniz obam...

* Deliliğe Övgü, Erasmus, Kabalcı Yayınları, 4'üncü Basım, Kasım 1992 (Giriş Bölümünden)
** Cehenneme Övgü, Gündüz Vassaf, İletişim Yayınları, 16'ncı Basım, İstanbul 2006, s. 57
***Bir Delinin Güncesi, Aslı Erdoğan, Everest Yayınları,1'inci Basım, Temmuz 2006, s.5

21 Kasım 2012 Çarşamba

 iyi seyirler...

*  http://www.youtube.com/watch?v=0LsaR9vYexU

18 Kasım 2012 Pazar

Dünyanın Sonu

21.12.12..... "Dünyanın Sonu" ... "Mayalar bilmiş..".. "Blawatski de aynı fikirde..." .. " Şirince kurtarıcı"..." Nostradamus da demiş bak dünya yok olacak bu tarihte ha!"  ..bla..bla..bla..
3 Kasım 2012 tarihli yazımızda, gerçekle hurafe arasında süregelen savaşın, önünde sonunda gerçeğin acısız ve kansız zaferi ile yön bulacağına değinmiştik. Var ile yok arasındaki gerçekliği, süregelen doğa sistemi bilmemizi istemiyor olsa gerek ki hiçbir ipucu yok.. vaadler var .. kehanetler var..
Kehanet ne demek?
 Kâhinlik (kehanet), çok eski uygarlıklardan beri var olan bir uzmanlık alanı olup, kısaca, meydana gelecek olayları birtakım yöntemlerle önceden bilmeye çalışma olarak tanımlanır. Eski uygarlıklar içinde kâhinlik çalışmalarına önem vermemiş bir uygarlık hemen hemen yok gibidir.
Böylesine temelsiz, merak uyandırıcı fakat bir o kadar da boş inanışın insanları cezbetmesi; elbette insan aklının bilinmeyene olan merakından kaynaklanmaktadır.
Ey kahinler: Randi'nin dediği gibi:
Bol bol kehanette bulunun ve günün birinde bazılarının doğru çıkacağını ümit edin. Doğru çıkarlarsa bunu gururla ilan edin. Diğerlerini unutun. Çok belirsiz ve anlaşılmaz konuşun ( keto gibi de yapabilirsiniz :)) Kesin ifadeler yanlış olabilir ama "her yere çekilebilecek laflar" tekrar yorumlanır. Olabildiğince " öyle hissediyorum ki..", "gözümün önünde beliren resimde..." diye başlayan cümleler kurun. Sembolizmden yana cömert olun. ( semboller ne kadar merak uyandırıcı olursa kehanetleriniz o kadar ilgi çeker) Metaforik konuşun, hayvan imgeleri, isimler, baş harfler kullanın. "İnananlar" bunu pek çok duruma uyarlayabilir (gerisini onlara bırakın :))**
Sözün  özü dostlar; "Nostradamus, zulümden ve haksızlıktan nefret eden saygın bir hekimdi.Yaşadığı, Fransadaki Katolik Engizisyonunun dikkatini çekmemek için (döneminin trajik olayları ile ilgili) bu konularda muğlak şiirler yazıyordu. Dünyanın geleceğinden habersizdi ve yaygın kanaatin aksine Margaret Thatcher ya da VakVak Amca hakkında söylenecek herhangibir şeyi yoktu"***



Kusura bakmayın kesin inançlı dostlar :)


Alıntılar:
* http://tr.wikipedia.org/wiki/Kehanet
**The Mask Of Nostradamus, James Randi, Prometheus Book, 1990
 ***Sonsuzluğun Kıyıları, Adrian Berry, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 7. Basım, Ocak 2005, s.73

3 Kasım 2012 Cumartesi

Gerçek Bey ile Hurafe Hanım; yanmak mı zor sözde yanmak mı?

İnsanın kendi kendine tutuşması, bunu çocukluğumun "Bilinmeyen" dergilerinden beri şehir efsanesi olarak bilirim de henüz yurdum insanında rastlamışlığım yok "kendiliğinden tutuşma" vakasına.
Bu teoriye göre insanoğlu evinin verandasında oturmuş ekinezya çayını yudumlayıp ufka bakarken birden bire içsel bir alevlenme ile tutuşup yanabiliyor. Benim kendi zihnimin döndüğünce açıklamaya çalıştığım bu durum bakın nasıl izah ediliyor:
"Gerçeği mi yoksa yanılsamayı mı temsil ettiğini göstermek amacıyla, bildirilen oılaylar özenlice değerlendirilmelidir. İnsanın içindeki kimyasal tepkimelerin oluşturduğu ısının sonucu olarak bir insanın vücudunun birdenbire alev almasının varsayılan süreci olan insan kendiliğinden tutuşması böyle bir olaydır.
İnsan vücudundan kaynaklanan ateş bildirimlerinin geçerliliği hiçbir zaman onaylanmamıştır. Ani insan tutuşması olduğu zaman, bu her zaman dışarıdaki ateşin sonucudur. Bir kimse tutuşabilen gece elbiseleri giydiği zaman, sarhoşken ya da uyku haplarının etkisiyle içi süngerle aşırı doldurulmuş bir koltukta uyuyakaldığı ve kaza sonucu yanmakta olan bir sigarayı koltuğa düşürdüğü zaman bu durum ortaya çıkar.
Tutuşmanın diğer bir kaynağı, bir kişinin cinayet işledikten sonra cesedi yakmasıdır. Diğer bir olasılık da, yaşlı kimselerin kendi kendilerini kazayla tutuşturmasıdır.
İnsan bedeni içindeki koşullar tutuşmaya asla müsait değildir. İnsan bedenlerinin %60 ila %70'i sudan oluşur ve tutuşamaz........................... Boğazınızdaki yanma duygusu yalnızca yemek borusundaki mide asididir.*"
Bu bilimsel altyapılı metine dayanarak içten yanmalı bir motor olmadığımız ve olmayacağımız yorumu rahatlıkla yapılabilir. Hurafe (sözde) bilim, insanoğlunun bilinmeyene olan ilgi ve korkusunu çok iyi değerlendirdiğinden prim yapabilmek için bu ve benzeri senaryoları ilk çağlardan beri üretmektedir.


Gerçek ile hurafe arasındaki savaş ilk çağlardan bu yana süredursun; 16'ıncı yüzyılın ünlü dil ve düşün ustası Sir Francis BACON bakın gerçek üstüne neler söylemiş:
"..........yalanın tutunmasına yol açan şey, insanların gerçeği bulmak için göze almaları gereken güçlükler ile emek, ya da bir kez bulunduktan sonra gerçeğin insan kafasına yükleyeceği zorunluluklar değil, yalanın kendisine duyulan doğal ama cılk bir sevgidir."**
İnsanın yalancılığın ve hurafenin yarattığı gizemli ve bir o kadar da rahat dünyada yaşamak varken kurallarla örülmüş gerçek dünyada yaşamayı istememesinin temelinde de bu olsa gerek. Olağan davranışları etkilemek ve tabiat düzenini değiştirmek için yapılan büyüler, üfürükçülük ve yatırlardan medet ummak, muska ve nazarlıklarla değişim yaratmak gibi örnekleri mevcut olan hurafenin*** de gerçeği çarpıtarak kendi dünyasını şekillendirmek anlamına gelen riyanın da gerçeğin yanında tanrıya bir meydan okuma olduğunu söylemek gerekir. Nitekim yalan insanlarla yüzleşmemek için kurgulanmasına rağmen; Tanrıya tam bir meydan okuma durumundadır ****.
Alıntılar:
* Charles M. WYNN, Arthur W WİGGİNS, " Yanlış Yönde Kuantum Sıçramalar", Tübitak, 2002, s.158-159
** Francis BACON, "Denemeler", YKY, 6. Basım, Mart 2006, s.25
*** (http://tr.wikipedia.org/wiki/Hurafe)
**** Francis BACON, a.g.e., s.27


31 Ekim 2012 Çarşamba

Korkmak ya da Korkmamak


Korku nedir?
Korku Wikipedia'da fobinin başlangıcı olarak tanım bulmuştur;
 "Her canlı, birey olarak varlığını tehdit eden ya da tehdit riski taşıyan varlık ve durumlardan içgüdüsel olarak kaçınır. İnsan bilincinde bu kaçınma, korku olarak algılanmaktadır. Korku bu haliyle, kişinin varlığını, yaşamını sürdürmesine hizmet eden savunma sistemlerinin bir ön-uyarı mekanizmasıdır ve yaşamın sürdürülebilmesi için gereklidir.....
......Korkunun, "kontrolden çıkması", yaşamın sürdürülmesi için gerekli olan bir ön-uyarı sistemiyle uyum sağlanamaması anlamındadır. Kişi, o korkunun, onu kaçınmaya zorladığı durumlardan kaçınmayı sağlayamaz ya da bu kaçınma, onu duygusal olarak rahatlatmaz. Yine endişe ve korku içindedir ve bu anksiyete onun günlük yaşamını istediği tarzda sürdürmesine olanak vermez. Onun, sanki kendi dışında işleyen bir mekanizma gibi, kendi istencine hükmeden bir dış güç gibi işlev görür. Bu haliyle, yaşama hizmet eden korku, yaşama karşı olan fobiye dönüşür."*
Dolayısı ile korkunun yaşamsal önemi olduğundan söz edilebilir. Peki bir savaşçı için korku nedir? Korkak bir insan savaşçı olabilir mi? 
"Ki", Japoncada  enerji, hareket anlamına gelen mutlak enerjiyi yaratan ve Aikido gibi savaş sanatlarında geliştirilmeye ve doğru teknikler ile (nefes, duruş, bakış gibi) geliştirilmeye çalışılan bir içsel enerjidir. Amaç "Ki" yi yetiştirmektir. Ancak bakın korku bu "Ki"nin neresindedir? Bunu bizlere ünlü samuray ve budo üstadı Taisen Deshimaru anlatsın :
" Soruyu Soran: Korku nedir? İnsanların korkmalarının nedeni "Ki"lerinin güçlü olmaması mıdır?
 Taisen Deshimaru: Evet. Herhangi bir şeyden korkmamak için hiçbir neden yoktur. Korkan insanlar sadece kendilerini düşünürler; aşırı egoisttirler. Egonuzdan kurtulursanız, korkunuz da onunla birlikte yok olur.
Korku karşı koymaktan doğar.
Taisen Deshimaru
Dövüşürken bile kişinin zihni düşmanınki ile birlikte olmalıdır; onunla akmalıdır, ona karşı değil. Bunda büyük bir koan vardır.
Kişi durumun kendisi haline gelmeli, kendisini ondan ayırmamalıdır. Gerçek bir egoist asla cesur olamaz. Gerçek ve geleneksel savaş sanatları eğitimi "Ki"yi güçlendirir, öğrencinin egolarını ve korkularını yok eder, onu ikiliğin ötesine geçirir ve mushin bilincini geliştirir yani kendini unutan bilinci.
Kazanma isteğinizin güçlü olmaması önemlidir; ancak o zaman kazanabilirsiniz.
Egoyu bir kenara atmak gerçek yaşamın yoludur. Savaş sanatlarında olduğu gibi, hayatın her alanında iradeyi, gücü ve bedeni geliştirmek, güçlendirmek önemlidir. Ama asal olan ruhu güçlendirmek ve özgürlüğü bulmaktır.
  Mushin....... hiçbirşey."**
Ego = Korku denklemini çözmüş üstadın bugünün iç huzuru arayan orta yaş nesline bundan daha güzel bir tavsiyesi olabilir mi?
Egolarımızdan kurtulalım ki korkmak zorunda olacağımız bencilliklerimiz olmasın.
Gözlemleyen, takıntısız bir zihin dilerim herkese
M. Emrah YILDIRIM (31 Ekim 2012)

Alıntılar:

**(Taisen Deshimaru (Çeviren: Selim Yeniçeri) "Savaş Sanatlarında Zen Yolu", Okyanus Yayıncılık, 1'inci Basım, İstanbul,2002, s.92)

29 Ekim 2012 Pazartesi

Yokluk.... Varlık.....



Ulus olarak varlık; Ulus olarak yokluk; ben olarak varlık; ben olarak yokluk;



Biraz alıntı ile; Cumhuriyetimizin 89'uncu yılını tamamlarken Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün altını çizerek okuduğu kitaplardan birinden yaptığım biraz alıntı ile geçmişi öldürmenin nelere mal olduğunu hatırlatmak isterim. Aziz şehitlerimize şükranlarmla; ruhları şad olsun.

Altyapısı eskimiş ulusların bir zamanların çok güçlü kuruluşları olan örgütleri, düzenleri ve hatta yönetim şekilleri, her nasılsa zamanımıza kadar sürüp gelebilmiştir. Bugün yeterlilik ve geçerlilik değerlerini kaybetmişler ve günlük ihtiyaçları karşılayamaz duruma gelmişlerdir. 
Devletlerin güçleri ve güçsüzlükleri, ulusların toplu halde gelişmeleri veya çözülüp dağılmaları her zaman ve yalnız onları yönetenlerin değerli veya değersiz ya da erkli veya erksiz olmalarından ileri gelmez. Yöneticiler iyi veya kötü, kahraman veya korkak, ya da hain olabilirler. Fakat her biri kendi ulusunun eseridir. Onlar ulusal ruhun birer kopyasıdırlar. Halk yığınlarının yarattığı kişilerdir ve kendi uluslarına benzerler. Bu yakınlık “Her ulus layık olduğu devlet şekli ile ve hakettiği yönetimle yönetilir”. özdeyişiyle pekiştirilmiştir. :

Popüler Yayınlar